25 Haziran 2012 Pazartesi

Halkın sesi

.
.
.
Bilenler bilir. Yaşanmış bir toplu taşıma hikayesi, yıl 2012. Bir blogger gelecekle ilgili ön görüler geliştirebilen kişidir. Artık minibüslerde paso soruluyor... Sebebi ben değilimdir canım. )

Günaydın İstanbul kardeş diyen bir sesle yeni haftaya başladım. Havanın hafif esintisi yüzünden günün geri kalanıyla ilgili umutlu duygularla doluyum.

 Sabahın erken saatinde minibüs uzaktan yan yatmış geliyor, sola doğru düştü düşecek...Bu minibüsü yakalayamazsan arkadan gelenlere binilemez çünkü onların kapıları, bizim semtin rüzgar sörfçüleri tarafından, minibüsün kapı demirlerine sıkı sıkı iki kolları ile asılmak suretiyle tutulmuş oluyor. Off sabah minibüse binmek çin işkencesi gibi! Mecbur biniyorum. Dazlak şöför ben bindikten sonra ancak iki kişilik daha boşluk kalan minibüse on kişi daha aldı. Neredeyse tek ayak üstünde durduğum için arkama göbekli bir kadının denk gelmesine seviniyorum, şimdilik halimden memnunum ama sıcaktan ve minibüsteki diğer kıllıların yaymış olduğu buharlardan dolayı nefes almakta zorlandığım için sinir gazlarım yukarı doğru yükselmeye başlamış tam  gırtlağımın olduğu izaya gelmişti ki arkadan parayı uzatan bir ses; "bir öğrenci" dedi. Dumkof şöför, "elli kuruş daha göndersin, üniformalı olmayan adamdan öğrenci parası almıyoruz" dedi, pis, sahtekar, hırsız dermiş gibi bir ses tonuyla. Gırtlağıma kadar ulaşan sinir gazım sabah kalınlığında cızırtılı bir sesle pırtlayı verdi ağzımdan, " Ne olur alsanız" dedim, " illa üniformaya bağlıyorsunuz belli ki adam öğrenci yaşı küçük bir şey yapacaksınız bari tam yapın, ne o öyle, üniformalı üniformasız!" Minibüstekilerin kısık gözleri açıldı birden, koltuklarında uyuklayanlar kulaklarını dikleştirerek konuya dikkat kesildiler. Dazlak kafadan çıkan ses; " biz napalım (laynlı ses tonuyla) birliğe gidin söyleyin karar onlardan çıkıyor" dedi. Dedim ki; "sana söylüyorum işte siz zaten aranızda toplanıp konuşuyorsunuz ya!" Güneş gözlüklerinden başka sadece koca keli görünen dumkof kafalı şöför; "koca adamlar biniyor ne bilelim öğrenci mi değil mi" diye kendini savundu. "O zaman paso sorun" dedim. Koca kel kafalı dumkof tipli denyo şöför sürekli yolcu alarak minibüsü konserve kutusuna yolcularıda sardalyaya çevirmenin vahşi kazanmışlığıyla iyice kabalaşarak; "Yav abla sabah sabah başka işin mi yok" dedi. Önümde iki büklüm, sıkıştığı köşeden açık camın kenarına tutunarak güç bela ayakta durmaya çalışan ben yaşlarda bir adam "heee" der gibi kafasını sallayarak, göbekli dumkof şöförü onayladı. "Ben" dedim "ben, halkın sesiyim, sessiz kalabalıkların çoğul sesi, bulanık zihinlerin netlik ayarı, hayata bir nebzede bu minibüsün kenarından tutunmaya çalışan, her daim varılması gereken noktaya istenilen saatte ulaşmaya çalışan birisinin savrulmuş zamanları yakalama aceleciliğinde yaşayan, koşturan, çabalayan, didinen ve en sonunda bu sola çeken minibüsün en kör noktasına konserve edilmiş olmanın isyanındayım uleynnn" dedim, içimden...

Alın size yeni bir İstanbul yazısı.

.
.
.