26 Haziran 2012 Salı

Suyun hafızası ve dedemin nefesi


Etrafımda devasa göbekleri gövdelerinden büyük olan adamlar ellerinde hiç söndürmedikleri sigaralarıyla dolanıyorlar, o kadar kalabalıklar ki yaydıkları dumandan nefes alamıyorum, bu koca göbekli adamların misafirleri de kendilerine benziyor, elimdeki yelpazenin cılız rüzgarı ile kendime oksijen boşlukları yaratmaya çalışırken Burçin'nin gönderdiği yazıyı gördüm; 'Suyun Hafızası'. Evet daha öncede haberini duymuştum, (inanılır değil lakin konu böyle) Japon bilimadamları suya yazılı veya sözlü olarak aktarılan sözlerin sudaki molekülleri etkilediğini keşfediyormuş... Yazıda bahsettiğine göre; istenilen tüm olumlu düşünceler ve enerjiler suya odaklanarak yüklendiğinde veya suya yazılarak suya geçirildiğinde bu sayede tüm olumlu düşünce ve enerjiler, yüzde yetmişi su olan bedenimizde çalışmaya başlıyormuş... Bunları okurken ister istemez aklıma rahmetli dedem geldi. Dedem bizim mahallenin alaylı en "nefesi kuvvetli" adamıydı. Tabi öyle gel kısmet açayım, dur kocanı evine bağlayayım türünden değil. Bizim mahallede kaşı başı ağrıyan kendini halsiz hisseden ne kadar yaşlı başlı kadın var dedemin kapısını aşındırırdı, dedemde dua isteyen herkesin eline bir bardak su tutuşturup bir sürü dualar okuyup o suya üflerdi, bazende tabağa dolma kalemle Arapça duaları yazar sonra yine okuya okuya o tabağa su döker ve bunu okuduğu kişiye içirirdi. Dedemin en çok talep gören duası ise nazar duasıydı, zirâ mahallede ne kadar kocamış, şişko, çirkin kadın varsa hepsine sürekli nazar değiyordu. 


Çocukken insan her söylenene inanıyor. Çocuklar arasında dolanan pek çok gizemli efsane vardı, her yıl baharla birlikte mahallemizde çoğalan kurbağalara dokunursan veya yıldızları sayarsan ellerinde koca koca sihiller olacağına inanılırdı. Dedemin bunun içinde bir formülü vardı; benim ve pek çok çocuğun hatta yetişkin insanların bile bir türlü kurtulamadığı ve sürekli çoğalan bu et benimsi şeyler için yılın belli bir mevsiminde ( hep aynı mevsim olması gerekiyor, şimdi hatırlamadığım bir takvimi var), gül ağacından koparılmış taze bir dalı temizleyip ip gibi sara sara bir dua okur sonra da o dolanmış dalı, kuruyacağı bir yere, örneğin kömür sobasının borusuna bağlanan çamaşır demirine asardı. Gül dalı kurudukça sihillerde kaybolur gider en sonunda bu kurumuş dal sobada yakılarak imha edilirdi. Ben dahil bir çok kişinin bu sihillerden kurtulduğunu bilirim. Duanın saf gücü mü, inancın saf halimi, şimdinin pozitif enerjisi mi nedir bilmiyorum ama dedem üfledi ve oldu işte.